Anne yoksa
Medium | 18.12.2025 01:59
Anne yoksa
3 min read
·
1 hour ago
--
Küçük bir kasabada yaşayan küçük bir kız vardı. Babası, yıllar sonra doğup büyüdüğü kasabaya dönmek istediği için bir yıl önce büyük şehirden buraya taşınmışlardı. Babası, uzun yıllar uzak kalmasına rağmen kasabadaki normların hâlâ aynı şekilde sürdüğünü sanıyor olmalıydı; çünkü kızına karşı oldukça sert yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Pantolon giymek bile yasaktı.
Bazı akrabaları komşularıydı; teyzesi ve halasıyla aynı sokakta yaşıyorlardı. Kız tam ergenliğe adım attığı, henüz birkaç aydır regl olduğu bir dönemde annesi hastalandı. Aylarca şehirdeki büyük bir hastanede tedavi görmek zorunda kaldı. Ailedeki tek kız olarak ev işlerinin neredeyse tamamını üstlenmeye çalıştı. Ama ne yapsa yetmedi; akrabalar sürekli kusur buluyordu.
İşte o zaman öğrendi umursamadan yaşamayı. Kimseye sırtını dayamamayı. Kimse onun neye ihtiyacı olduğunu, nasıl hissettiğini sormamıştı. Destek olmamışlardı. Resmen yalnız bırakılmıştı ama o zaman bunun farkında değildi.
Zaman geçti, annesi eve döndü ama eskisi gibi değildi. Kızın omuzlarındaki yük biraz hafiflemişti belki ama yalnızlık artık içine işlemişti. Annesinin yokluğunda etrafında ona acıyan ama asla gerçekten destek olmayan, tam tersine sürekli kusur arayan insanlar vardı. Annesi döndükten sonra artık kusur arayamıyorlardı; çünkü anne hayattaydı.
Birkaç yıl sonra annesi öldü.
Küçük kız bu kez aileye bakma sorumluluğunu tamamen üstlendi. Oysa henüz lise öğrencisiydi; kendi hayatı, kendi geleceği vardı. Bir çocuk için bu kadar ağır değil miydi? Ama o bu ağırlığı sırtlandı. Çünkü normal olmak istiyordu.
Ne var ki toplum, annesini kaybetmiş birini “normal” kabul etmiyordu. Annesinin ölümüyle birlikte bazı hakları elinden alınmak istenmişti. Topluma göre annesi olan kızla annesi olmayan kız arasında mutlaka bir fark olmalıydı. Bunu acı bir şekilde fark etti. Aslında annesinin hastalığı döneminde yaşadığı yalnızlıkta da bunu görmüş olmalıydı; bu yüzden tuhaf karşılamadı.
Akrabaların bakışında başka bir şey daha vardı:
Annesi ölmüş birine, iyi şeyler yakışmazdı onlara göre. Bu düşüncenin altında yatan şey basitti ama sertti:
Eksik olan, eksik kalmalıydı.
Eksik kalmazsa da aşağı çekilmeliydi.
Bu işe yaramazsa, kıskançlıktan ne yapacaklarını bilemez hâle gelirlerdi.
Onun eksikliği, başkalarının içini rahatlatan bir denge unsuru gibiydi.
Evet, kız kendini hep eksik hissetti. Ama sırf bu yüzden “hak etmiyorum” demedi. İyi ki de demedi. Hâlâ bu eksiklikle boğuşuyor belki ama ona teslim olmadı.
Akrabalarına bunu açıkça söylemedi; kendine bile tam olarak dile getirmedi. Ama davranışlarıyla şunu gösterdi:
“Siz benim neye hakkım olup olmadığıma karar veremezsiniz.”
Babası zor bir insandı ama kızın kendi hayatı için adımlar atmasına engel olmadı. Yıllar içinde hem ailesine destek oldu hem de kendi hayatını kurdu. İçinde hep bir eksiklikle, hep “normal görünme” çabasıyla yaşadı. Çünkü normal olmak başka bir şeydi. Annesi hayatta olanlar vardı, annesi hayatta olmayanlar vardı.
Yıllar sonra bir de annesini daha ileri yaşlarda, hayatın doğal akışında kaybedip bunu kaldıramayanlar çıktı karşısına. Onlara hep saygıyla baktı. Ama içten içe, bu tepkilerin ne kadar hoyrat olabileceğini başta fark etmedi.
Drama yapmayı sevmeyen biriydi. Annesi hayatta olmayan biri olarak, başkalarının anneyle ilgili dertlerini dinlemekte, empati yapmakta çok iyiydi. Şimdi fark ediyordu: Yıllardır ne kadar büyük bir çabayla onlar gibi olmaya çalışmıştı.
Bugün ellili yaşlarındaki arkadaşları annelerini hastaneye götürüyor, sorunlar yaşıyor, dert yanıyorlardı. O, her zamanki sakinliğiyle dinliyordu. Ama bu durum onu yormaya başladı.
Çünkü o dinledikçe, kimse onun içindeki boşluğa bakmıyordu.
O sustukça, herkes onun güçlü olduğuna inanıyordu.
Artık yorulmuştu.
Bu yorgunluk onu geri çekti. Uzaklaştı.
Ama bu da bir çözüm değildi.
Bugün bu kız, artık şuna izin veriyor: Yorulduğunu söylemeye. Herkesin yükünü taşıyamayacağını kabul etmeye. Güçlü görünmek uğruna kendini silmemeye.
Ve artık şunlara izin vermiyor: Kendi eksikliğinin başkalarına rahatlık sağlamasına. Sessizliğinin yanlış anlaşılmasına. Empatisinin sınırsızca tüketilmesine.
Annesiz büyümenin ona öğrettiği en geç ama en sağlam şey buydu:
Herkese yer var hayatta, ama herkes her yere giremez.
Çünkü şimdi de yalnızlaşma riski vardı. ???